BMW ile ilgili bir forumdaki konuşmalardan hareketle aşağıdaki yazıyı kaleme almıştım. Burada da yazmak istedim. Aynı görüşlerin elektronik eşya, mobil telefonlar ve hatta çılgın gibi banka kredisi ile markalı projelerden ev satın almak anlamında da geçerli olduğunu düşünüyorum...
'
Dediklerinize katılıyorum, biraz da ekleyeyim. 80'li yıllar serbest ekonominin başladığı yıllardı. Öncesinde nadir aileler haricinde genellikle kıt kanaat geçinilir, bir şeylere çok zor sahip olunurdu. O sebeple de sahip olunan çok kıymetli olur, çok iyi bakılır, değiştirilmesini düşünmeyi bırakın babadan oğula geçerdi.
Serbest ekonominin etkilerini göstermeye başladığı, toplumun biraz konfor görmeye başladığı yıllar ise, 90'lı yıllar denilebilir. Genellikle yaşı 45 ve üzeri olanlar o zor günleri gördükleri için veya aileleri tarafından o zor günlerdeki şartlar ve gelecek korkusu ile yetiştirildikleri için, olaylara çok fazla tasarruf ve tutumluluk mantığı ile bakarlar. Örneğin benim ortağım 59 yaşındadır ve istese 7.50'ye biner, hafta sonu için de bir S63 Coupe alır. Ama 10 yılda bir ben ona zor bela bir yerli üretilmiş otomobil aldırabilirim...
80'lerden sonra doğanlar 2005'lerden itibaren eğitimlerini tamamlayarak iş hayatına atılmaya başladılar. Büyük ihtimalle de bugünlerde giderek çalıştıkları işlerde yükseliyor ve daha iyi kazanmaya başlıyorlar. Tasarruf ve tutumluluk, gelecek endişesi korkusu olmadığı, yaşamdan zevk alma isteği ağır bastığı için de kendilerine keyif verecek tüketim, tatil, seyahat imkanlarını sınırsızca kullanabiliyorlar.
Bu gelişimi gerçekten iyi takip eden üreticiler de, hem her beğeniye, hem de her bütçeye uygun ürünlerle piyasayı destekleyip, üstüne de sizin dediğiniz gibi finansal çözüm teklifleri ile de süsleyince, tüketim patlıyor.
Benim büyüklerim ve beni yetiştirdikleri tarz, önce ev almak üzerineydi. Benim ve öncesi jenerasyon borç ile sadece ev alırdı. Bankada İspanya'ya tatile gidecek kuru para ve hatta fazlası da olsa, mütevazi tatillere gidilirdi. Çünkü hep aklın bir tarafında gelecek korkusu vardı. Bu gelecek sadece sizin yaşlılığınız değil, çocukların da geleceğini garanti altına almak, onların eğitimleri, düğünleri, evlerini almak, iş sahibi yapmak ve hatta biraz da kuru para bırakmak üzere kurgulanmış bir aile geleneği vardı.
Hep yurt dışı bağlantılı çalıştığım için, Avrupalıların çocuklarının geleceğini takmayıp, yeme içme, tüketme kültürü bana ilginç gelirdi. Yeni jenerasyonda Avrupa kadar olmasa da bakış açısının değişmeye başladığını gözlemliyorum. Eskiden ebeveynler çocuğum derdi başka bir şey demezdi, kendilerini yok sayardı. Şimdi ülkemiz çocuğum tamam ama ben de canım, seviyesine geldi.
Ben 2000'li yılların başlarında BMW satın alırken, BMW'nin Türkiye'de yıllık satış adedi 3-4 bin adet civarıydı. En ucuz modeli 3 serisiydi. Şimdi baktığınızda BMW'nin sadece 10 yıllık gibi bir zamanda 25.000 adetler düzeyine geldiğini ve 3 serisi altında 1 ,2 coupe, 2 cabrio, 2 active tourer, X1 gibi bir çok modeller konumlandırdığını görüyoruz.
Bütün bunlar benim analizlerim ama kesinlikle eleştiri yoktur, lütfen kimse yanlış anlamasın. Aksine bu gidişat modern ve gelişmiş batı ülkelerindeki gidişata benzemek anlamında bir gelişimdir.
Sıkıntı nedir ve neye dikkat etmek lazım;
1- Bizde de, batıda da daha önce olduğu gibi, aşırı şişen pazarlardaki dalgalanmalara dikkat etmek lazım. Bir anda piyasanın şartları değişebilir.
2- Bizim ülkemizde sosyal garanti koşullarının batı ülkeleri seviyesinde olmadığını da unutmamak lazım. Yani eskisi kadar olmasa da yarınlar için bir garanti fonu olmalı bence.
3- Batı ülkeleri üreten ve tüketen toplumlardır. Biz henüz tükettiğimiz kadar üretmiyoruz. Ürettiklerimiz de başkasının lisansı ile olduğundan bize batıdaki kadar katma değer getirmiyor. Bu bence en tehlikeli durumdur... '
'
Dediklerinize katılıyorum, biraz da ekleyeyim. 80'li yıllar serbest ekonominin başladığı yıllardı. Öncesinde nadir aileler haricinde genellikle kıt kanaat geçinilir, bir şeylere çok zor sahip olunurdu. O sebeple de sahip olunan çok kıymetli olur, çok iyi bakılır, değiştirilmesini düşünmeyi bırakın babadan oğula geçerdi.
Serbest ekonominin etkilerini göstermeye başladığı, toplumun biraz konfor görmeye başladığı yıllar ise, 90'lı yıllar denilebilir. Genellikle yaşı 45 ve üzeri olanlar o zor günleri gördükleri için veya aileleri tarafından o zor günlerdeki şartlar ve gelecek korkusu ile yetiştirildikleri için, olaylara çok fazla tasarruf ve tutumluluk mantığı ile bakarlar. Örneğin benim ortağım 59 yaşındadır ve istese 7.50'ye biner, hafta sonu için de bir S63 Coupe alır. Ama 10 yılda bir ben ona zor bela bir yerli üretilmiş otomobil aldırabilirim...
80'lerden sonra doğanlar 2005'lerden itibaren eğitimlerini tamamlayarak iş hayatına atılmaya başladılar. Büyük ihtimalle de bugünlerde giderek çalıştıkları işlerde yükseliyor ve daha iyi kazanmaya başlıyorlar. Tasarruf ve tutumluluk, gelecek endişesi korkusu olmadığı, yaşamdan zevk alma isteği ağır bastığı için de kendilerine keyif verecek tüketim, tatil, seyahat imkanlarını sınırsızca kullanabiliyorlar.
Bu gelişimi gerçekten iyi takip eden üreticiler de, hem her beğeniye, hem de her bütçeye uygun ürünlerle piyasayı destekleyip, üstüne de sizin dediğiniz gibi finansal çözüm teklifleri ile de süsleyince, tüketim patlıyor.
Benim büyüklerim ve beni yetiştirdikleri tarz, önce ev almak üzerineydi. Benim ve öncesi jenerasyon borç ile sadece ev alırdı. Bankada İspanya'ya tatile gidecek kuru para ve hatta fazlası da olsa, mütevazi tatillere gidilirdi. Çünkü hep aklın bir tarafında gelecek korkusu vardı. Bu gelecek sadece sizin yaşlılığınız değil, çocukların da geleceğini garanti altına almak, onların eğitimleri, düğünleri, evlerini almak, iş sahibi yapmak ve hatta biraz da kuru para bırakmak üzere kurgulanmış bir aile geleneği vardı.
Hep yurt dışı bağlantılı çalıştığım için, Avrupalıların çocuklarının geleceğini takmayıp, yeme içme, tüketme kültürü bana ilginç gelirdi. Yeni jenerasyonda Avrupa kadar olmasa da bakış açısının değişmeye başladığını gözlemliyorum. Eskiden ebeveynler çocuğum derdi başka bir şey demezdi, kendilerini yok sayardı. Şimdi ülkemiz çocuğum tamam ama ben de canım, seviyesine geldi.
Ben 2000'li yılların başlarında BMW satın alırken, BMW'nin Türkiye'de yıllık satış adedi 3-4 bin adet civarıydı. En ucuz modeli 3 serisiydi. Şimdi baktığınızda BMW'nin sadece 10 yıllık gibi bir zamanda 25.000 adetler düzeyine geldiğini ve 3 serisi altında 1 ,2 coupe, 2 cabrio, 2 active tourer, X1 gibi bir çok modeller konumlandırdığını görüyoruz.
Bütün bunlar benim analizlerim ama kesinlikle eleştiri yoktur, lütfen kimse yanlış anlamasın. Aksine bu gidişat modern ve gelişmiş batı ülkelerindeki gidişata benzemek anlamında bir gelişimdir.
Sıkıntı nedir ve neye dikkat etmek lazım;
1- Bizde de, batıda da daha önce olduğu gibi, aşırı şişen pazarlardaki dalgalanmalara dikkat etmek lazım. Bir anda piyasanın şartları değişebilir.
2- Bizim ülkemizde sosyal garanti koşullarının batı ülkeleri seviyesinde olmadığını da unutmamak lazım. Yani eskisi kadar olmasa da yarınlar için bir garanti fonu olmalı bence.
3- Batı ülkeleri üreten ve tüketen toplumlardır. Biz henüz tükettiğimiz kadar üretmiyoruz. Ürettiklerimiz de başkasının lisansı ile olduğundan bize batıdaki kadar katma değer getirmiyor. Bu bence en tehlikeli durumdur... '